Manavgat Yolları Sade Mermerden

Türkiye’nin yoksul, yeniliklerle toparlanma ve yönetimini  oturtmaya çabaladığı 1930’lu yıllardı. Cumhuriyet yeni kurulmuş, yönetim biçimi tam kurumları ile oturmamış, eski  düzenin kalıntıları silinmemişti. Bilhassa  ağalık,beylik ve eşkıyalık düzeni tam yıkılmamıştı. Bunu menfaati için devam ettirmek isteyenler az değildi. Devlet ise tam  güvenlik hakimiyetini sağlayamamıştı. Yok olmaya  az kalmış, düşmanlar tarafından işgal edilmiş, yanmış, yakılmış  küllerden ancak  bu yeni devleti kurmak bile bir mucizeydi.

İşte böyle bir zamanda Akseki’nin Ormana köyünde  bahar gelmiş,karların erimesiyle tabiat canlanmıştı.Davar sürüleri, sığır sürüleri ve at öğrekleri kırları bayırları şenlendirmişti. Buna uygun olarak ta  köyde bir hareketlilik vardı. Ormana  çok eski  aşiret Türklerinin yerleşim yerlerinden biriydi. O tarihte  halkı hayvancılık,bağcılık ve tüccarlık ile geçinen  mali durumu iyi olan köylerdendi. Köy halkından  duvar ustası, kalaycı, yemenici, çerçici ve tüccar olanı az değildi.Tüccarlar  kervanları ile Konya’ya gider oradan  köylün ihtiyacı olan çerçi mallarını getirir, köylerden topladığı, yün, kıl ve diğer malları Konya’ya satarlardı. Köyde en geniş şekilde bunu yapan  Karatay  ile Eyüpoğlu  aileleriydi.

Bu tüccarlıktan ve köydeki hakimiyetten dolayı bunlar birbirini çekemiyorlar,zaman zaman araları açılıyordu. Karatay yaptıkları iyilikler ve yardımseverlikleri ile Eyüpoğlu da efelikleri ve zenginlikleri ile ün salmışlardı. İki tarafında  kendine göre çevrede namları yürümüş, hatırlı, muratlı kişiler olmuş zenginlerdi. Bu devirde bilhassa “Yurt yumruğu büyüğün.” Sözü geçerliydi.İki tarafta birbirine boyun eğmez kuyruklarını dik tutarlardı.Diğerine  psikolojik baskı uygulama içindeydiler.

Karatay Ağa, Konya’dan getirdiği malları köylere, Akseki ve Manavgat’a atları ile götürür, bilhassa İdris Yörüklerin ihtiyaçlarını karşılar,onların mallarını alırdı. Geldiğinde Obalarda bir iki ay kalır, kendisine davar kesilir  yarenlikler edilir,çalınıp söylenirdi. Onun için buralarda Karatay güvenilen ,sevilen doğruluğu ile tanınan bir tüccar olmuştu. Obanın yün,peynir, çökelek, peynir ve yağını toplardı. Onların  kap kacak gibi bakır ihtiyaçlarını,iplik, iğne, elbiselik  kumaş, basma ve pabuç ihtiyaçlarını karşılardı.Çok fakirlere de yardımını esirgemezdi.

Bilhassa  yalnızlara, garibanlara, yabancılara hele hele  civarda  orman kesen tahtacılara çok yardım eder, onların ihtiyaçlarını görürdü. Onlara ziyafetler verir, onları ziyaret ederdi.  Saz çalan tahtacılar dostuydu. Tahtacı manarlarını ziyaret eder onların türküleri ile eğlenirdi. Türkülere eşlik ettiği bile olurdu. Eğlence yapacağında ısmarlar, onlarla yer içer eğlenir, onlara bakardı. Aralarında bir dostluk  oluşmuştu. Birbirlerini çok severlerdi.

Karatay  Ormana köyünde evinin yanına bir misafir odası yaptırdı. Köye gelen misafirlerini orada yatırır, orada uğurlardı. Bundan sonra köye gelen tüm konuklar onun odasını kullanır oldu.Bu işlere eşi yetişemeyince etrafındaki insanlarla iş birliği yapar, yardımlaşıyordu. Günden güne köydeki değeri artıyordu. Köyde  Karatay’ın yükselişi Eyüpoğlu’nun  canını sıkmaya başlamıştı.Onu çekemiyordu.

Karatay, en çokta  Manavgat ‘ın  Homa köyüne gider, oradaki dostlarının yanında kalırdı. Oradaki manavlarla da arası iyiydi. Buradan  Aşağıya ovaya manav köylerinde  giderdi; ama Homa Yörükleri Onun  en  candan dostlarıydı. Merkez  Manavgat köylerinin içinde  orasıydı. Özellikle çocuklara bozuk para, şeker, fakirlere un  dağıtması ona olan saygı ve sevgiyi  arttırmış, çok itibar kazandırmıştı. Bir gün İdris Ağa’nın  obasında ikisi bir yalnız kaldıklarında, İdris Ağa:

-Dostum, yanlış anlama. Senin  gözümüzün üstünde yerin var. İstersen yılın  on iki ayı yanımızda kal bakarız. Yalnız sen bir ağasın. Burada  avrattan ayrı, çor çocuk  hasreti çekmene gönlüm razı olmuyor. Bu gece düşündüm de  seni buradan eversek, bir karında burada olsa, hem daha yakın oluruz, hem de hasretlik çekmezsin. Kendi evin barkın olur. Daha rahat edersin.

Demesin mi?   Hiç beklemediği bu teklif karşısında  Karatay  düşünüp kaldı.İçinden “ Dediği de doğru. İnsanın ihtiyacı  yemekle içmekle bitmiyor ki” diye düşündü. Eşinin yanındaki mutluluğu gözlerinin önünden geçti. Gayri  ihtiyarı:

-Olabilir,dedi.

Bu cevabı duyan  İdris ağa  düşüncesinin kabul  gördüğünden memnun bir şekilde:

-Dinimizce de  bu sünnet. Senin işin  tüccarlık. Rahmetli Peygamberimizin işi de tüccarlık değil miydi? Hatice anamızı o yolla bulmadı mı?

-Buldu.

-Eee! Öyleyse birini de sana bulacağız. Hem dünyalık, hem ahretlik olur.

-Nasıl olacak bu iş?

-Ben birkaç gecedir kafamı bu işle yordum. Sana buldum bile.

-Kim bu?

-Şurada  bizimde akrabamız olan bir dul kadın var. Kocası  askerden dönmedi. Dul kaldı. Evinin hem erkeği, hem kadını oldu. Şimdiye kadar bir dedikodusu  çıkmadı. Halk arasında  adetleri iyi bildiği için Koca Avrat derler. Çok iyi temiz ve namuslu birisi. İstersen sen onu bana bırak,dedi.

-Sen bilirsin.

Tam bu sırada  obaya gelenler oldu. Sözü de burada kestiler. Gelen çerçici  Eyüpoğlu ağanın  kervanıydı. Çerçi mallarını ortaya serdiler. Gelen, gören alan ve veren olmadı. Eyüpoğlu kendi kendine:

“Ulan bu Karatay buraları kendine bağlamış, bize ekmek bırakmamış bu memlekette. Bir haftadır gezdik siftah edemedik.Bu herifi durdurmalı” dedi. Atları, katırları yüklediği gibi  yola revan oldu.

Onun bu hareketini uzaktan  Karatay ile İdris Ağa  izleyip durdu. İdris Bey :

-Bunlar seni çekemiyorlar. Çevre aşiretlerden duyuyoruz. Hatta   “O  Manavgat tarafında

Hüküm sürüyorsa, bizde Beyşehir tarafında hüküm sürüyoruz” demişler. Senin zenginliğin onları geçince  kıskançlıktan çatlayacaklar.

-Onlar bizi taa.! ezelden beri çekemezler. Onlar vurdulu kırdılı, baskıcı  ve korku ile hüküm sürdürme peşindeler. O devirler bitiyor. Şimdi yardım ve saygı zamanı. Yeni cumhuriyette bunu sağlayacak. Bize karşı elleri bağlı. Şimdi de  asker kaçağı, aranıyor. Korkusundan  diyen de yok. Öyle dolaşıyorlar işte.

Kahveler geldi. Şimdi keyif zamanıydı. Kahvelerini yudumlarlarken koyu bir sohbet başlamıştı bile. İdris Ağa:

-Ben kadını bir bahane ile  buraya çağırayım. Sen bir gör.Beğenirsen  ötesini bana bırak.

-Tamam, dedi Karatay Ağa.

Sonrası günü Ağalar Obanın önündeki  yüksel yere keçe  serdirdiler. Dirsek keyfi gelip vadide  çağlayarak akan Manavgat çayı’nı seyre daldılar. Çayın sesi vadiyi dolduruyor, yavaş konuşmalarını engelliyordu. İdris Ağa, gizlice bir bahane ile kadına gelmesi için haber saldı. Sonra arkadaşına:

-Eee Karatay Ağa. İnsan da bu çaya benzer. Gençliğinde çağlar, sonra durulur, bir gün gelir kurur. Öyle değil mi?

Uzaklara bakan  Karatay, gözünün önünden delikanlılığını bir şerit gibi geçirdi.

-Gerçekten öyle.

Koyu bir sohbete daldılar. Konuşmalarını ancak kendileri duyabiliyordu.  Biraz sonra  aşağıdan onlara doğru bir kadın yürüdü. İdris Ağa:

-Şu aşağıdan bize doğru gelen kadına bak? İşte o sana bahsettiğim kadın bu.

Karatay  gelen kadına alıcı gözüyle bakarken  ilk önceki karısını ilk davar yanda  tanıdığını,ilk konuştuğunu, aşkını hatırladı. Biraz buğulu gözlerle baktı akan ırmağa. Bir sessizlik oldu; ama gözler kadına  kilitlenmişti. Karatay’ın gözleri kadını yukardan aşağı, aşağıdan yukarı süzerken, adım atışından boyuna botsuna gezeliyordu. Çünkü bu bir aşk evliliğinden ziyade bir mantık evliliği olacaktı. Kadın yaklaştıkça  hatları, yüzü daha belirgin hal de görünüyordu. Kadın bunlardan haberi olmadığı için  rahat ve doğaldı.Uzun boylu,güçlü kuvvetli erkek yapılı bir kadındı.Kalın bilekleri yenin kısalığından dolayı görünmekteydi. Dolgun kırmızı yanaklarına sarkan zülüfleri, kalın dudakları, başındaki fesin önünde dizili altınların alnını  süslemesiyle bürgüsünün altında çok hoş görünüyordu. Uzun siyak belikleri bürgün altından uzanıyor belini dövüyordu. Üstünde kırmızı kutmudan üç etek elbisesinin yırtmaçları, yürüdükçe açılan paçalarını gösteriyor, kalın ayak bilekleri ortaya çıkıyordu. Karatay beğendi. İçini bir sevinç kaplar gibi hissetti. Kadın yanlarından geçerek  çadıra  girdi. İdris Ağa, kadına baka kalan  Karatay’a :

  • Nasıl?
  • Tamamadır,dedi yavaşça.

İdris Ağa:

-Hatun…! Bize Kahve yap! Diye ünledi. Az sonra kahve getiren karısına. Söyle o kadına şimdi misafirim var. Ben sonra onun ile bir konu görüşeceğim,dedi.

Eşi geri döndü.Kahve yudumlamaları eskiye göre daha iştahlıydı.

İdris ağa, işi halletti. Karatay ile  Koca Avrat evlendiler. Artık Karatay Ağa, hem Manavgat Homalı, hem Ormana’lıydı. Buradan evlenmesi, Homa’yı merkez yapması ve ova köylerinden buraya gidip gelmesi yüzünden  Homa köyünden arazi aldı. Kalmak için üç odalı bir konak yaptırdı. Geldiği zaman burada kalıyor, mallarını  muhafaza ediyordu.

Bundan sonra  Kışın çoğunu bu köyde geçirir olmuş, Manavlarla   ve o çevre ile alış verişi  güçlendirmişti.Biraz da Homa’lı olmuştu.

Bahar gelmesiyle Ormana’ya çıkıyordu. Ağalığı iyiden iyiye  dillerde dolaşır olmuştu. Oradaki saltanatı da iyi gidiyor,  Eyüpoğlu ağayı  endişelendiriyordu.

Bu sıralar Manavgat  Sarılar Köyünde de Tugayoğulları Beyleri hüküm sürüyordu. Onlarda çok geniş arazilere sahiplerdi. Namlı ve şanlı Beylerdi.

Ağaların kervanları, davar sürüleri, sığır sürüleri  ve at sürüleri vardı. Bilhassa at  altın değerindeydi. Tugayoğullarının sürüleri Manavgat Ovalarında, Karatay ve  Eyüpoğlu sürüleri ise Gembos Ovasında yayılırdı.

Karatay’ın çocukları büyümeye başlamış, bilhassa Ahmet  gözü kara bir yeni yetme olarak göz  doldurur olmuştu.Cemal de  sırım gibi bir delikanlı olacağa benziyordu. Kızı Şerife de günden güne güzelleşiyordu. Manavgat tarafından da arkalanması  namını daha büyütmüş, buna paralel olarak ta zenginliği  artmıştı.

Karatay  1933 yılının baharında  Gembos Ovasına  atlarını bakmaya gitmiş, orada Eyüpoğlu’nun arkadaşları ile   bir çeşme başında  alem yaptıklarına, yaktıkları ateşte kızdırdıkları  şişle bir taya  kendi  damgasını  vurduklarını gördü. Onlar ise Karatay’ı görmediler. Karatay “Allah…Alllah…! Taya damga doğunca vurulur. Bunlar şimdi niye bu damgayı vuruyorlar “ diye düşünür. Bir anlam veremez. Bu tayı  eğitirler. Çok iyi bir at olur.

Aradan günler geçer. Karatay Eğnif Ovasında yayılan öğreğinden en iyi cins tayının kaybolduğunu  gördü.Ağanın bir tayının kaybolduğu  haberi yayıldı.Karatay   tayın bulunması için civar köylere adam  ve haber salar. Gelen arayıcılara da Karatay “Aranan taya benzer bir atı Eyüpoğlu at öğreğinin içinde gördüğünü, hatta ona  nişan vurduklarını ve eğittiklerini hatırlar. Bu devirde at çalmak, Konya’ya götürüp  satmak ayrı bir geçim  kaynağı.

Bunu tam olarak öğrenen Karatay, Eyüpoğlu’nu Alanya ağır cezada mahkemeye verdi. Karatay’ı da şahit yazdırmışlar. Mahkeme gününü bildiren celp Karatay’a geldi.

Eyüpoğlu ise Kurtuluş Savaşında askerden kaçmış, çıkarılan bir kanunla aranmakta, yakalanıp tutuklanarak Kars ili Sarıkamış’a sürgün edilmesi söz konusudur. Eğer Mahkemeye  Karatay giderse O’nun şahitliği ile  bu durum da ortaya çıkacak sürgün ile durumları tehlikeye girecekti. Diğer taraftan da  at işi aleyhlerinde olacak, ağalıkları sarsılacaktı.Yani Eyüpoğlu’nun kaderi Karatay’ın tanıklığı ile eline geçmişti. Şimdi kaçaklığına mı yansın, yoksa  sürgün olacağına mı, yoksa at hırsızlığı  iddiasına mı? İki derede bir arada kalmıştı.

Eyüpoğlu, dostları aracılığı ile Karatay’a bir barış önerisi sunar:

“Ben bir beyim. Sen de bir beysin. Ben bu yaşa geldim.Belli bir şerefim var.Bundan sonra Sarıkamış’a sürgüne gidemem.At işi başka, bu iş başkadır.Sen Mahkemeye gitme.” diye ricada bulunur.

Ancak Karatay mahkemeye gideceğini, bildiklerini anlatacağını bildirir. Bunun üzerine Eyüpoğlu, Karatay’a ısmarlar:

“Eğer mahkemeye giderse O’nu vururum” der. Bu tehdidi Karatay  umursamaz ve  geriye

”Beni vuracak adam  anasından daha doğmadı” diye ısmarlar. Bunu haber alan  Eyüpoğlu bir  vurucu tip oluşturmaya karar verir.Kiralık aramaya başlar. Uzun  aramadan sonra civarda ağaç kesen genç Tahtacı Haydar’ı, dostlarından Mavişoğlu’nu ve  Köse’yi tuttu. Onlarla ödeyeceği parayı anlaştılar. Onlara :

-Bu Karatay’ın Alanya’ya mahkemeye giderken işini bitireceksiniz. O Alanya’ya mahkemeye giderse ben de Sarıkamış’a sürgüne gideceğim. Bu benim ölümüm demektir. Onun  için  sağ bırakmayın. Eğer sağ bırakırsanız hem sizi, hem bizi o öldürür. Başınıza iş açarsınız. Diğer yandan bana bir şey olursa  paranızı da alamazsınız. Ola ki hapise düştünüz. Ben sizi beslerim. Hiç korkman. Size biraz da ödeme yapayım. İşi bitirince kalanın da tamamını alırsınız. Bu konuyu bir Allah birde  üçünüz bilecek. Kimseye söylemeyin, yanarsınız. Kimseyi de şüphelendirmeyin. Şimdi gidin hazırlıklarınızı yapın, silahlarınızı hazırlayın, pusu kurun, dedi.

Üçü birden kafa  sallayarak:

-Olur Beyim, dediler.

Kuşağından çıkardığı para ve altınlarla bunlara biraz  ödeme yaptı. Daha önceden yaptırdığı kavurmadan yedirdi.Tabii aslan sütü ile birlikte. Gece hayli ilerlemişti. Kiralıklar davar  yatağından  gecenin karanlığında bir bozkurt çevikliği ile kaybolup gittiler.

Davar yatağında biraz daha kalan Eyüpoğlu karanlıkta eve doğru yol alırken yapacağı işi biraz da  içinden geçirerek mütalaa  etti.Şöyle ki:

“ Günah benden gitti. Benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın. Seni uyardım.Yapacağımı da söyledim. Sen dinlemedin. Ben seni ortadan kaldırmam son çaremdi. Bir de ben seni yemesem, sen beni yiyeceksin. Bu  mahkeme ile benim köyde olduğum, asker kaçağı olduğum ortaya çıkacak. Hem itibarım sarsılacak, işim bozulacak, hem de  Sarıkamış’ı boylayacağım. Ben yanacağıma sen yan” Bunları  akıl süzgecinden geçirirken  eve yaklaşmıştı. Yaptığı işin doğruluğuna da inanmıştı.

Bu olay  az çok söylenti halinde  Karatay ailesinin kulağına kadar gelmişti. Yolculuk yaklaşmıştı.Atla Ormana-Yaylaalan, Homa yol güzergahını takip ederek  140 km uzaklıkta ki Manavgat’a  varacak, oradan da  taşıtla Alanya’ya gidip gelecekti. Yol uzun ve meşakkatliydi. Bu münasebetle yolda dinlenecekti.

Bunu düşünen ve içine kurt düşen  Karatay’ın birinci karısı endişeliydi. Rüyasında “ Kocası Karatay’ı  Manavgat Çayına  boğmak için attıklarını, kurtulunca ata bindirip iple atın üstüne bağlayarak çaya yeniden  attıklarını atla birlikte boğulduğunu” gördü. Bağırarak uyandığında kan ter içinde kalmıştı. Bunu kötüye yordu.Kocasına:

-Karatay, kurbanın olayım. Bu  mahkemeye gitme. Bu adamların  gözü dönmüş. Başına bir iş gelecek diye korkuyorum. Kötü kötü düşler gördüm.

-Bu mahkemeye gideceğim. Kendime korktu dedirtmem, diye  söyleyerek  ikna olmadı

Bunu gören karısı eşinin  kararlılığı karşısında daha güvenli olan  Akseki yolundan gitmesi için;

-Pekiyi, illede gitmek istersen Akseki yolu üzerinden bari git. Orası daha güvenli bir yol.

-Hayır, ben her zaman kullandığım yolu kullanacağım. O taraf  hem uzak, hem Manavgat’a ters gelir.En önemlisi “Karatay, Eyüpoğlu’ndan korktu da  yolunu değiştirmiş.” Dedirmem.Onun için eski gittiğim yerden gideceğim,dedi.

Hanımı baktı ki kararlı, onun için konuyu kapattı. Yol değiştirmek  Karatay’a göre erkekliğe sığmazdı. Yiğitliğine  leke sürdüremezdi.

Eyüpoğlu’nun kiralık  silahşorları Manavgat yolu üzerindeki Hanönü  mevkisinde üç gündür pusuya yatmışlardı. Orada yatıp gizlenmektedirler. Pusu yerini taş ile çevirmişler  defalarca yola nişan talimgahı yapmaktadırlar. Planlarını kusursuz uygulamak ve  düşmanı sağ bırakmamak tek amaçlarıydı. Küçük bir  hata kendilerinin canına mal olacağı  gerçeğini iyi biliyorlardı. Can sıkılarını  sigara ile gidermeye çalışıyorlardı.

Diğer yandan mahkeme  tarihi yaklaşmış,Karatay yol hazırlıklarını  yapıyordu. Kır atını yeniden nallattı. Atın  yele ve kuyruğunun bakımını yaptı. Karatay’ın eşleri  yol azığını ettiler. Bir sofraya  sulanmış yufka ekmek dürüp koydular. Katık olarak akşamdan haşlanmış yumurta  ve patates, bal sürülmüş bazlama, peynir, pestil kattılar. Bunu bir sepet içinde yerleştirdi. Ayrıca at üstünde yemesi için kuru üzüm koydu. Bunları ala heybenin bir gözüne  yerleştirdiler. Diğer  gözüne de giyeceğini yerleştirdiler. Herkes gidince oğlu Ahmet ve Cemal ile kızı Şerife’yi sevdi. Onlara:

-Oğlum Ahmet, Cemal, kızım Şerife ben  yokken  buraları iyi bakın. Annenizi üzmeyin. Mal meleli aç bırakmayın, diye tembihlerde bulundu.

Onlar da:

-Baba, sen merak etme. Bir evi döndürürüz, diye güven verdiler.

-Şimdi siz yatın. Sabah ben siz kalkmadan giderim, dedi.

İki, oğlu ile kızı Şerife de gelip babasının elini öptüler .Onların  da babaları yanaklarından öptü. Sonra  çocuklar  yatak odasına giderken arkalarından bakan babaları duygulandı. Fakat belli etmedi. Sevincini içine gömdü. Çocuklarının  büyüyünce ne kadar güzel olacaklarını, kendisine bakacaklarını, gelecek günlerin daha  güzel olacağını, düşmanlarının beli büküleceğini  hayat etti bir süre. Biraz sonra yerinden kalktı. Tabancasını ve  mavzerini   temizledi. Sonra  yatağına yattı.Eşinin gönlünü  o gece aldı.

Horoz ötmesi ile kalktı. Karısının  hazırladığı  kahvaltıyı yaptı. Sabah namazını kıldıktan sonra giyindi kuşandı. Tabancasını  göcereden aldı.  Şarjörüne mermileri sürdü. Tabancaya şarjörü yerleştirdi. Sonra mavzerini omzuna  geçirdi. Kütüklüğü kuşandı. Eşi ile birlikte ahıra indi. Atını eğerledi. Karısının elindeki heybeyi alarak atın üstüne attı. Karısının uzattığı minderi  oturacağı yere yerleştirdi. Karısını ahır kapısının görünmez yerine çekerek alnından bir öptü. Karısı da  onu… Hanımına:

-Allahısmarladık  Hanım.

-Güle güle, sağlıcak ile git gel,dedi.

Çevik bir şekilde atlayarak atına kondu. Şöyle bir yerleşti. At hızla yola fırladı. Arkasından eşi baktı. İçi cız etti, kalbinde bir yanma hissetti. Gözünden kayan iki damla yaş  göğsündeki elinin üzerine buz gibi soğuklukta düştü. Ani bir hareketle  gözlerini yeni ile sildi.  Yola baktığında kocası  zaten dönmede kayıp olmuştu. İçi sızlayarak  eve çıktı. Derin bir nefes aldı.Tekrar yola doğru çardaktan baktı; ama yolda kimseyi göremedi.

Karatay Unula köyüne doğru varırken güneş karşı dağların başından  ışıklarını çakmaya başladı. Bu  güzel bir bahar sabahıydı. Az önce  öten horoz sesleri, eşek anırmaları ile köpek havlamaları  durmuştu. Şimdi kuş sesleri ve çan sesleri  kulağa hoş geliyordu. Şöyle dağlara baktığında ise  gözü dinlendiren bir yeşillik, bir çiçek armonisi vardı. Her şey güzeldi. Unula (Üründü) köyünü geçince Karatay’ın atı gittikçe hızlanıyordu. Bunun üstündeki  Karatay ise  neşesin bulmuş, mırıldanarak türkü tutturmuştu. Bir yandan da  çocukları ve kalan eşi gözlerinin önünden geçerken, Homa’daki eşini özlediğini hatırlıyordu. Bu karışık duygular içinde morali yüksekti.

Han önünde pusuda  yatan  kiralık silahşorlar ise yetiştirilen haber üzerine  erkenden  yattıkları siper taşlarının arkasından  aşağıdan geçen yolu gözetlemeye başlamışlardı.İlk ateşi Tahtacı  Haydar’ın etmesi kararlaştırılmıştı.Yola kilitlenmiş olan  altı göz  dönmeden çıkan  Karay’ı görünce  gayri ihtiyarı  hepsinin ağzından  “Geliyor” diye  usulce çıkıverdi. Üçünün de dizleri ile elleri titremeye başladı. Ağızları kurudu. Yutkundular. Karatay’ın keskin bir nişancı olduğunu, bazı eşkıyaları avladığını iyi bilmektedirler. Onun için dikkatli olmalıydılar. Haydar nişanı aldı. Gez göz Karatay derken aklına  Karatay’ın ettiği iyilikler gelince “Ben atamayacağım” diye inledi. Bunu duyan ve sağ yanda nişan almakta olan keskin Nişancı Maviş oğlu (?) onu iter ve tetiğe dokunur. Silah sesi ile  dereler ve karşıki dağlar inler bir süre. Yol  toz dumana karışır. Sonra ses yavaş yavaş kesilir. Bir sessizlik olur. At hızla ürker. Atın ürkmesi ile yola yuvarlanması gereken cesedi göremezler. Karatay’ın ölmediğini sanan katiller korkularından paniğe kapılarak yerlerinden bir ok gibi fırlarlar. Çünkü Karatay sağ kaldıysa hepsini tek tek avlayacağını bilmektedirler.Yukarı doğru ormanın derinliklerinde kaybolurlar.

Karatay ise yediği kurşunun  ısısıyla  attan atlamış, silahını çekerek kendisini sipere atmıştır.

Ürken kır at  soluğu İdrisli Yörüklerinin yaylası olan Bel’e geldi. Atı bir türlü tutamadılar.At şok içinde deli gibi bir oraya bir buraya koşmaktadır. En sonunda atı orada ağaç işi yapan ve saz çalabilen  tahtacı gençlerinden birisi yakaladı. Atın heybesindeki  yiyeceklerden Karatay’ın uzun bir yolculuğa çıkmış olacağı fikrinde bileşirler. Oymağı bu olay keder ve tasaya boğar. Karatay’ın  Eyüpoğlu ile düşmanlıkları da hatırlanarak  başına kötü bir olay geldiğinde birleşirler;çünkü Karatay’ın atı eğitimli olup binicisi düşünce orayı bırakmadığı bilinmektedir. Kır at asla bunu yapmayan bir huy sahibidir. Obayı ağıt sesi ile ağlama sesi birleşerek hüzünlü bir ortam sarar.

Aşiret büyükleri bir araya gelip Karatay’ın vurulduğu kanaatinde birleşmişlerdir. Atı  “Bıçaklı” lakabı ile çağrılan  Muhammet Şirin ile evine gönderirler. Ata binen Bıçaklı Han önü mevkisinden yani Karatay’ın vurulduğu yerden geçerken  huysuzlaşır. Hafif  ürker.Bir kaç kere kişner. Vakit gece olduğu için Bıçaklı  bunu fark etmesine rağmen  bir anlam veremez. Bir şeyde göremez. Ormana’ya varır.Durumu Karatay’ın ailesine anlatır. Önce Karatay’ın evine, sonra Ormana  köyüne bir ateş düşer.Ağıtlar ve ağlama sesleri köyü inletir. Yasa boğulurlar. Kara haber hemen  dağılır. Ormana Köyü halkı ve İdris Yörükleri  tarafından aramalar başlar.

Üç gün sonra Karatay’ın cesedi Han önünde bulundu. Karatay can havliyle sipere yatmış, mavzerini çekerek katillerin bulunduğu yere nişan almış ve eli tetikteyken can vermişti. Yiğidin bu duruşu sevenlerinin yüreğini dağlamış, göz yaşlarının sel olmasına yetmişti. İlk kurşunu  göğsünden yemişti. Gömleği  kan ile dolmuş, yarasını tıkamaya çalıştığı belliydi. Gözleri açık gitmişti. Belli ki dünyaya doymamıştı.

Duyan  Han önüne gelmişti. Halk  ızdırap içindeydi. Ceset bir  sala konularak uzun  uğraşılardan sonra  Ormana’ya getirildi. İşte o zaman kıyamet koptu. Karatay’ın  hanımlarının, çocuklarının  gözleri şişmiş, sesleri boğazlarına tıkanmıştı. Ayakta duracak halleri kalmamıştı. O Mahşeri kalabalıkta ağlamayan yoktu. Çığlıklar karşıki dağı çınlatıyordu. Derelerde yankılanıyordu.

Cenazeye gelen cemaati mezarlık almadı.Bir kısmı  namaza  yollarda katıldı. Hocanın “Mevtayı nasıl bilirsiniz?” Sorusu ile “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorularının cevabı ortalığı bomba düşmüş gibi yankılandırdı.

Mezar  kazılmıştı. İleri gelenler ve akrabaları  mezara inerek kefene sarılı  vücudu  mezara yerleştiler. Sonra toprak atma yarışı başladı. Herkes üç kürek toprak atıyor, küreği bir başkasına  bırakıyordu. Definden sonra  evinin önüne sofralar kuruldu. Gelen cemaate  yemek verildi.

“ Ne kadar seveni varmış”

“Buna kıyan eller kırılsın.”

“Nasıl kıydınız bu  adama”

“Ormana bu güne kadar  böyle cenaze namazı görmedi”

“Kabri cennet olsun”

Sözleri ile çalkalandı durdu.Arkasından ağıtlar, yakımlar yakıldı.

Durum Akseki karakoluna şikayet edildi. Eyüyoğlu, Ali Çavuş  ile üç kişi  yakalandı. Mahkemeler sonunda Goca Ahmet ve arkadaşı suçsuz yere hapislerde çürüdü. Hapiste yatanlardan biri  sonra boğuldu, birisi de attan düşerek öldü. Eyüpoğlu ise sürgünden kurtuldu. Ne yazık ki tam suçlular ispatlanamadı.

Halk arasında  Karatay kahramanlaştırıldı. Dilden dile dolaşır ağıtları. En meşhuru ise Ormana yakınlarındaki  Üç Irmak  yöresinde ağaç kesen Burdur Tahtacılarından  Koray Aşık Hasan’ın  yazıp sazla çaldığı ve  düğünlerde söylenen, taş pilağı yapılan  türküsüdür. Bu türkü bu gün daha söylenmekte ezgisi insanın yüreğini dağlamaktadır. Bu türkü  şöyledir.

 

 

 

 

MANAVGAT YOLLARI

 

Ormana’dan çıktım başım selamet,

Han önüne geldim koptu kıyamet.

Küçüğüm Karatay, büyüğüm Ahmet,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Ormana’dan çıktığımı görmüşler,

Kır atımın sekişinden bilmişler,

Beni öldürmeye karar vermişler,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Manavgat yolları sade mermerden,

Yedi gün yatmışım kimse görmeden,

Yetiş oğlum Ahmet kuzgun yemeden,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Odalar yaptırdım bir uçtan  uca,

İçinde yatmadım üç gün üç gece,

Kurbanlar keseyim geldiğim gece,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Çekin kır atımı gemlen yağızı,

Yine Manavgat’tan isterler bizi,

Dilerim kör olsun düşmanın gözü,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Han önünün taşı katıdır katı,

Vurulmuş Karatay yoğumuş atı,

Oğlum Ahmet küçük gönlümün şatı,

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Çekin kır atımı vurun gemini,

Üstüne binenler sürsün demini,

Küçük oğlum Ahmet versin yemini

Vurman beni vurman yarama vurman,

Küçük Karatay’dan intizar alman.

 

Bu türkü söylendikçe Ahmet ve Cemal’in  ciğerini yaktı. Dayanma güçlerini tüketti. Bu plağı buldukları yerde kırdılar döktüler. Karatay’ın küçük oğlu Cemal trafik kazasında öldü.Büyük oğlu Ahmet ise İstanbul’ a göçtü.İş güç sahibi oldu. 1996 yılında vefat etti.

Şimdi bile  bu türküyü duyan İdris Yörükleri ile Ormanalılar o günleri yaşar hüngür hüngür ağlarlar. Karatay’ın iyilik ve kahramanlıkları anlatılır durur dilden dile. Bize de şimdi dinlemek düşer. Halk sevdiklerini kahramanlıkları, türküler ve yakımları ile gönüllerinde yaşatır. Ne mutlu Karatay gibilerine…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir