Mektupların Dili
Ah ! bu mektuplar. Ah! Yazınca insan nasıl olur? Bazen hüznü artar, bazen hüznü hafifler.İçi genişler gibi olur. Umutları artar. Cevap beklemek insanı umutlandırır. Bazen de heyecanlandırır. Bir başka olur. Mektup beklemek güzeldir. İnsanın sevgilisinden beklemesi biraz daha güzeldir. Bu insana başka bir coşku verir. İş mektubu beklemekte insanı umutlandırır. Bunu yaşamak insanın yaşama sevincini arttırdığı gibi, geleceğe olan umutlarını da filizlendirir. Bunu yaşamak lâzım. İşte bunu yaşamak için sende mektup yazman gerekir ki cevap bekleyesin.
Öyle mektuplar var ki az kelimeye çok anlam yüklenmiştir. İstek ve dileklerini birazcık kelime ile ifade etmiş, farkına varmadan edebiyatın sanatlarını kullanmıştır. Mektup orijinal hale gelmiştir.İşte bunlardan bazıları.
Ahmet Yeşil, dağda davar güderek büyüdü. Okuma yazmayı ise kendisinden küçük olan ve ilkokula giden Mustafa’dan öğrendi. Nasıl mı? Şöyle…
İlkokula giden Ahmet Yeşil’in küçük kardeşi Mustafa ikindileri davarın önüne gelir, ağabeyine yardım ederdi. Yanında dokuma alacadan yapılmış çantayı da boğazına asar gelirdi. Ağabeyine hikayeler okuyuverir, ödevleri ile ilgili bilgiler sorardı. İşte bu çalışmalar
Ahmet Yeşil’i okuma yazma öğrenmeye zorladı “Benim küçüğümün okuma yazma bilmesi, benim büyük olarak bilmemem ayıp oluyor. Okuma yazmayı öğreneyim.Davar güderken kitap okurum. Olanları yazarım. Yarın askere gidince mektubumu yazarım. En önemlisi adam olurum.” Diye düşündü. . Bunun üzerine şehirden bir alfabe,kalem ve defter getirtti.
-Mustafa şu harfleri bana okut. Ben davarları güderken bunları öğreneyim. Kitap alıp okuruz.
-Olur dedi Mustafa.
Alfabeyi Ahmet Yeşil eline aldı. Bir taşa oturdu. Kardeşi de ayakta durarak okutmaya başladı.” A,B,C…….”
Dağda Ahmet’in bir işimi var? Devamlı harfleri okumaya çalıştı. Sonrası günü kardeşi yine yardım etti. Bir haftada harfleri, bir ayda harflerin çatmasını öğrendi. Sonra ağır ağır okumayı ve yazmayı kavradı. Yaylaya giderken tanık olduğu olayı şöyle yazmıştı.
DEVE ETİ
İlkbaharda yaylaya gidiyorduk. Kuruca’nın Karayolu başlangıcındaki dağın dibine konduk. Orada yayla yolu kardan açılıncaya kadar bekleyecektik. Baş yaylaya ağrık götürüyorduk.Kuruca Boğazı deresi karla kaplıydı. Koyak dümdüzdü. Bu düzlükte ilerlerken Karalök’ün birden ayağı kara saplandı. Lök o yükü ile ayağını çıkarmak için ileriye hamle yaptı ki bir çatırtı sesi ile ayağı dizinden altından kırıldı. Deve bağırarak karın üstüne yığıldı.Üstünden yükü yıktık. Deveyi kaldırdık. Devenin ayağı dizden küt kırılmıştı. Yere basamıyor ve yürüyemiyordu. Babam devenin o durumuna, gözünden gelen yaşa baktı. Kendisi de ağladı.Ağrık götürenin hepsi üzgündü. Babam oradakilere:
-Bu deveye yazık oldu. Devenin ayağını da saramayız. İyi olmaz. Onun için kesilmesi lâzım. Bildiğiniz gibi devenin eti yenir; ama bizim buralarda yemezler. En iyisi Bozkırlılar deve etini çok severler. Topal Veli’ye haber salayım, gelsinler. Deveyi kessinler. Bir şey verirlerse verirler. Vermezlerse etini onlar bari yesinler, yoğ olmasın. Buraya deveyi oturtalım. Önüne yiyeceğini bırakalım,dedi.
Oradakiler de bunu uygun gördüler. Yükünü diğer deve, eşek ve katırlara paylaştırıp baş yaylanın yolunu tuttuk. Sonrası günü Bozkırlı Topal Veli ve Adamları geldi. Deveyi kestiler. Derisini yüzdüler. Etlerini çuvallara doldurdular. Katırlarına yükleyip gittiler. Bir heybe dolusu eti de bize bıraktılar.
Akşam konak yerine geldik. Obanın ortasına büyük bir ateş yakıldı. Deve eti sırım edilerek kömürlere atıldı. Ortalığı et , hafifte tuz kokusu kapladı. Dağın yamacında yatan davar sürüsünün gözleri ateşten parlıyordu. Obanın erkekleri eti yemeğe başladı. Kadınların hiç biri yemedi. Tam et yemeğe dalmıştık ki davar paldırradak örktü. Gecenin karanlığında çan sesi, bir keçi sesi birbirine karıştı. Kemik bekleyen köpekler ürerek davarın üst tarafına havlayarak seğirttiler. Havlamaları taaa… dağın üst tarafına doğru yükseldi. Sonra duyulmaz oldu. Et kokusunu alan canavarlar davar sürüsüne kadar inmiş, keçinin birisini kapmışlardı. İşte ilk defa deve etini orada yedim; ama güzeldi. Bu et de bize bir keçiye mal olmuştu.
Bu olayı anlatan yazıyı kardeşine okuttu. Çok güzel yazılmış olduğunu kardeşi söylemiş,küçüğünün bu övgüsü onu memnun etmişti.
Bunun üzerine Ahmet Yeşil bir teke sattı. Bu tekenin tüm parasına “ Karacaoğlan, Keren ile Aslı, Cağber Kalesi, Dadaloğlu, Demirci Mehmet Efe ve Dudaktan Kalbe “ gibi kitaplardan aldırdı. Davarın ardında bunları okudu. Okuma sureti o kadar ilerledi ki dakikada okuduğu kelime sayısı çok yükseldi. Sonra okuduğu şiirleri ezberledi. Onları türkü şeklinde okumaya başladı. Yalnız türkü söylemeyi yalnızken yapıyor, başkalarının yanında söylemeye utanıyordu.
Babasının yanında gayet ciddi durur, itaatinde yanlışlık yapmazdı. Karşısında olumsuz bir söz söylemeye cesaret edemezdi. Köyün gelenek ve göreneklerine çok bağlı olarak yetişmişti.
Köyde Sarı Osman’ın kızı Hatice, oğlak güderken Ahmet Yeşil’in türkülerini dinleye dinleye O’na vuruldu. Sırf o’nu dinlemek için oğlaklarını Ahmet Yeşil’in davarının gittiği tarafa götürürdü. Ahmet Yeşil önceleri bunu fark etmemişti; ama sonradan anlayınca O’ da ilgi duymaya başladı. Türkülerini dinlediğini düşününce önceleri sesi kısıldı, yüzü kızardı sonradan bunu da aştı. Daha yanık, daha içten söylemeye başladı. Sesi dağlarda yankılamaya başladı. Hatice O’nu dinlerken günün batmasını hiç istemezdi. Yaylada sağanada karşı karşıya geldiklerinde Hatice, Ahmet’in önünden geçmedi. O geçesiye bekledi. Çünkü köyde bir kadının bir erkeğin önünden geçmesi iyiye sayılmazdı. Söylenene göre, erkeğin kısmeti kesilirmiş. Ahmet , Hatice’ye; Hatice, Ahmet’e bakmaya çekindi. İkisi de kaş altından ve arkadan bakmayı tercih ettiler.İkisinin de yüzleri kızardı, avuç içleri terledi ve dudakları kurudu. Bilmiyorlardı, ama aşk belki buydu. Bu günkü söylemle ikisi de elektrik almış, hatta çarpılmışlardı.
Bu sevdayı nasıl birbirine, en önemlisi babalarına nasıl anlatacaklardı. İşte onu bilmiyorlardı. Hatice bir planını uygulama koydu. Ahmet Yeşil, Göçbeleni’nden Akdağ’a doğru davarını sürdü. Çiğirdekli tepesinde oğlağını yayıltan Hatice, tepelerin arkasından oğlak sürüsünü Ahmet Yeşil;in davar sürünün içine çaktırmadan mahsus sürüverdi. Davar ile oğlak karışınca ortalıkta karıştı. Oğlaklar davar içinde analarını meleyerek aramaları, keçilerinden kendi yavrularını meleyerek çağırmaları bir meleme cümbüşünü kopardı.Oğlak , keçi koşuşturmaları ile çanlar ortalığı inletti. Bazı keçilerin altına emmek için iki,üç oğlak birden sokuluyor, emdirmek istemeyen keçiler, hem onları püsmeye çalışıyor, hem de kaçıyordu. Bunu gören Ahmet Yeşil ile Hatice ayırmak için koştular. İkisi bir uzun uğraştan sonra davar sürüsünden oğlak sürüsünü ayırdılar. Bu olay esnasında bir birlerine “ Sen şu tarafı bekle, koş önünü çevir “ gibi konuşmaları oldu. Sonunda ikisi bir kayanın üstüne oturdular. Birbirlerine utangaç utangaç bakıştılar. Bu olaydan Hatice daha memnun görünüyordu. Biraz yorulmuştu. Bunun için yüzü kızarmış, göğsü inip çıkıyordu. Ahmet Yeşil’de tesadüfen olduğuna inandığı bu karışımdan memnun bir şekilde konuşmak isteği ile:
-Hatice nasıl oldu da sürü karıştı?
-Ben şu taraftaydım. Tepenin arkasından sizin sürü çıkınca karıştı.
-Sen biraz yorulmuşsun?
-Sen de yoruldun, ben de.
Hem kız, hem oğlan bakıştıkça gülümsüyorlar, bakışlarını birbirinden kaçırmaya çalışıyorlardı. Hatice nazik bir sesle:
-Hep senin türkülerini dinliyorum. Ne güzel söylüyorsun?
-Ne zaman dinliyorsun?
-Sen davarın ardında her gün söylüyorsun. Ben de dinliyorum.
-Öyle mi?
-Öyle.
– Türküleri beğeniyor musun ?
-Beğeniyorum. Hem o türküleri söyleyen yiğidin gönlünde bir kara sevda vardır diye anlıyorum.
-Kim olabilir?
– Bilmem. Çok yanık ve ciğerden söylüyorsun.
-Evet birini seviyorum;ama demem.
-Nereden? Uzak mı?
-Kendi köyümüzden. Hem de çok yakınımızda.
Hatice : “ O ben miyim?” diye sormak istedi; fakat sormadı. Söz boğazında düğümlendi kaldı.Bu soruyu bir sonraki görüşmeye saklamayı uygun bulmuştu ki tam bu sırada karşı yoldan birilerinin geçmekte olduklarını gördüler. Daha fazla birlikte olamazlardı. Hatice:
-Karşıdan birileri gidiyor. İkimizi birlikte görmesinler. Şimdilik Hoşça kal,dedi. Biraz ilerledikten sonra geriye dönerek yine görüşelim,dedi ve uzaklaştı.
-Güle güle dedi Ahmet Yeşil. Kendi kendine İnşallah görüşürüz diye temennide bulundu. İkisi de gevenlerin arasından esiklerde kayboldular.
Bu ilk karşılaşmadan sonra zorluk aşıldı. İkinci karşılaşmada Hatice, Ahmet Yeşil’e işlemeli bir mendil,Ahmet Yeşil’de O’na ayna ve tarak hediye etti. Bu alış veriş iki tarafında birbirini sevmesi anlamına geliyordu.
Yaylada bir öğle vakti davarlar sağılırken Göç beleninden atlı iki Jandarma göründü. Köylülerin dikkatini çekti. Mescidin önünde aksir oynayan gençler oyuna ara verdiler. Gelen jandarmaları alanda karşıladılar. Attan inen jandarmalar mescidin duvarının dibine konan taşların üstüne oturdular. Hoş beş bittikten sonra uzun boylu olan Jandarma atın üstünden aldığı çantadan bir evrak çıkardı. Evraka baktı.Sonra:
-Arkadaşlar, biz buraya görevli geldik. Bir arkadaşa tebliğimiz var. Yusuf oğlu Ahmet YEŞİL. Bu arkadaş bu köydeymiş. Kendisi burada mı?
-Bu köyde komutanım. Davar güden bir çoban. Şimdi evlerindedir, dedi Kör Ali koca.
– Buraya çağırtabilir miyiz?
-Çağırtırız komutanım. Yanlarında oturan çocuğa dönerek: Kadir, hemen git Yusuf amcanın çoban olan Ahmet Yeşil çağır buraya kadar gelsin. Mescidin önünde jandarma geldi. Seni bekliyorlar de. Koş çabuk ol.
Çocuk koşarak yukarı ki obaya gitti. Köylüler jandarmalarla konuşmaya daldıklarında alanda aksir oyunu da devam ediyordu. Bu oyunu ilk defa gören jandarmalar dikkatle oyunu seyrediyorlardı. Ahmet Yeşil ile babası Yusuf amca geldiler. Kör Ali amca onları göstererek:
-Komutanım beklediğimiz adamlar geldiler. Şu Ahmet Yeşil, şu da babası Yusuf.
-Yusuf amca, senin oğlan geçen yıl asker yoklamasına gelmemiş. Onun için yoklama kaçağı görünüyor. Yakalama emri çıkmış.Biz de bunu size tebliğ için geldik. Gündoğmuş’tan sabah çıktık, yorulduk. Ahmet Yeşil sen şu evrakları al.Yarından tezi yok. Alanya’ya gideceksin. Hem yoklama olacaksın. Hem de seni hemen sevk ederler askere. Nereye gönderirler bilmem. Şu evrakı da imzala.
Ahmet Yeşil evrakı imzaladı. Yusuf amca:
-Komutanım askerlikten kaçılır mı hiç. Bizde askerliğini yapmayanı adamdan saymazlar. Onun için ben bu oğlanı hemen yollarım askere. Vatandan önemli işi mi var. O iş tamam. Şimdi sizler yoldan geldiniz. Şu yukarıda bizim evimiz var. Oraya gidelim. Kuru katık bir şeyler yeriz. Ondan sonra yolunuza devam edersiniz.
-Olur dedi. Uzun boylu jandarma.
Yerlerinden kalktılar. Atları Ahmet Yeşil çekti. Yusuf amcanın evine vardılar. Kapının yan tarafında taşın üstüne eğimli konan kar parçasından su elde edilmesini jandarmalar inceledi. İçeri girince evin üstünün bağala ile örtüldükten sonra toprakla kapatılması dikkatini çekti. Sonra kuru katık ne varsa onunla karınlarını doyurdular. Sonra ev halkı tarafından jandarmalar uğurlandı.
Şimdi bu haber Ahmet Yeşil’in kalbini bir ateş düşürmüş.






