Yarım Plaka
Güneş dağların arkasına saklanmaya başlamıştı. Bunu hisseden davar sürüleri de yataklarına yönelmişti. Şimdi dinlenme ve geceyi rahat geçirme telaşı başlamıştı canlılarda. Davarlar , sığırlar köye dönüyorlardı. Davar sürülerinin çan sesleri, çobanların ıslık ve kaval sesleri de bunlara karışıp ikisi bir armoni oluşturuyor, doyulmaz bir müzik zevki veriyordu. Bunu bu kültürde yaşanlar bilebilir ancak.
Çoban Hasan’da davar sürüsü Taşafır da ki ağılına doğru götürüyordu. Önde kendisi davar (keçi) sürüsü ıslıklarken bütün sürü arkasında ilerliyordu. En önde mor seyis vardı. Arkasından gururla sürüyü sürüklüyordu En arkada ise topal çomu çebiç vardı. O da sürüden ayrılmamak için bütün gücü ve zorlulukla ilerliyordu. Davarlar karınlarını doyurmanın mutluluğu içinde geceyi rahat geçirmeyi düşünüyorlardı. Sürünün üst yamacında boynunda kanca takılı olan Karabaş sürüyü takip ediyordu. Kendi yüksekte olduğu için tüm sürüyü göz hapsine almış durumda ilerliyordu. Bu da akşam yiyeceği yalı hak etmenin sevinci içindeydi.
Kasap Hasan ise davarlarını ormanda otlatmanın sevinci içindeydi. Şimdi davarını hem ıslıklayarak ağla doğru ilerliyor hem de hayal kuruyordu. “ Bu davarları bu yıl oğlak olarak aldık. Bir yıldır baktım. Bana ucuza mal oldular. Şimdi ise iyi etlendiler. Bunları yaklaşan Kurban Bayramı’nda iyi fiyatla satarım. Bak sen paraya. Bu para ile Manavgat’tan bir ev veya bir arsa alırım. Avradı Manavgat’ta götürürüm.İstediği elbiseleri, ayakkabıları alırım. Yazık onunda gönlü olsun. Bir de iyi bir lokantaya gideriz. Yanımızda oğlanı da götürürüz. O na da giyecek alırız. O kerata da bizim yüzümüzden az rezil olmadı. Ne de olsa o da benimle bu hayvanların kahrını çekti. Sırtımızı yıkadı. Üstümüzü başımızı temizledi. Bize her gün azık yaptı. Köpeğin yalını hazırladı. Birde keyfimiz çatırdı. Bunu hak etti. Kendime de yeni giyecekler alırım. Elleme keyfime gitsin.Şurada bir hafta kaldı.” davarın yana ürkmesi, çan seslerin artması ile hayalinden çıktı. Bir baktı ki şose yoluna inmiş, arkalarından bir araba gelmiş, davar ondan ürkmüştü. Kendini toparladı. Elindeki değneğini yukarı kaldırarak şoförün yavaş olmasını işaret etti. Araba yavaş yavaş geçti. Davar azda olsa arabaya alışkındı. Değilse gürültüden kaçarak dağa çıkardı. Kasap Hasan bunu az yaşamamıştı. Sürü ile virajı döndü. Biladan (çınar) ağaçlarının altından geçti. Kahvehanenin güney tarafındaki üstü kiremitli ağıla davarları kattı. Kapısını kilitledi. Zaten hava kararmıştı. Asırlık çınar ağacının altındaki oluktan akan suda yüzünü yıkadı. Taşafır çeşmesi önünde bazı adamlar, bazı arabalar vardı. Hiç birisine de dikkat etmedi. Elindeki değneğin ucunu yere dokundura dokundura köyünü tuttu. Tam eve merdivenden çıkacağında köpeğini gördü. Öyle kurnaz köpek ki bazen köye gideceğinde Kasap Hasan’a yolda hiç görünmeden
köye gelir. Ancak kapıda ortaya çıkar. Yalını yer. Yolda görünürse onu davarın yanına sahibinin göndereceğini bilirde onun için gözükmez. Köpek deyip geçmeyelim.
Yörüklerin yayla zamanı. Taşafır yayla yolcuların ilk dinlenme yeri. Evvel Yörüklerin hayvanlarla göçerken de konakladıkları yer. Yörükler ya çeşmenin üstündeki yere, yada az ilerisindeki Sübüceoba dedikleri konak yerlerine konarlardı. Taşafır ta… Romalılar zamanında yerleşim yerlerindendir. Az doğusundaki burunda ören yeri vardır. Hatta orada bol hazine çıkarıldığı yaygın bir kanaattir. Çınarlar ise asırlık ağaçlardır. Yeri de fena değildir. Yazın sıcağından bunalanların ilk serinleyeceği yer özelliğini taşır. Evvel çeşmenin üst tarafında çınarların dibinde iki bakkal vardı. Yaylıcı bütün eksiklerini buralardan alırlardı. Bu dükkanlarda sevgililere alınan lokum , sucuk, tarak ve ayna buradan satın alınır, göç yolunda herkes yavuklusuna verirdi. Şimdi yukarıdaki dükkanlar yıkılmış, aşağı tarafa bir dükkan ve kahvehane yapılmıştır.
Şimdi gelen yolcuların hemen hemen hepsi bu suyun başında dururlar. İsteyen kebabını yer, isteyen çayını içer; eksiğini alır, yoluna devam eder. Yaz aylarında yakınlarındaki köyün insanları oraya Pazar kurar. Domates, biber, patlıcan , salatalık,üzüm ve soğan satılır.Yukarı aşağı giden yolcular tarafından alınır. Hele orasının domatesi bir başka olur.
Gelelim Kasap Hasan’a. O gün iyi uyku çekti. Gündüz kurduğu hayalini gece karısına anlattı. O bu düşlerine çok sevindi, eşini sevindirdi. Şafak sökerken uyandılar. Kocasının azığını hazırladı. Ekmek bohçasına sardı. Hasan azığını beline kuşandı. Köpeğini çağırdı. Değneğini eline aldı. Yola düştü. Yokuş yukarı yoruldu. Gün ışılarken Taşafır’a geldi. Pazar tezgahları bomboştu. Oralık sessizdi. Az yukarıda ki çardakta bir adam battaniyenin altında uyuyordu. Gündoğmuş tarafındaki bucakta da java bir motor duruyordu.
Kasap Hasan ,çeşmeye yüzünü yıkamak için yakalaştı. Çeşmeden akan suyun hafif sesi kulaklarını okşuyordu.Yüzünü yıkadı. Yüzünden akan suları eliyle silip yere silkeledi. Sonra ağıla yollandı. Ağıla geldiğinde ağılın kapısının arkasına kadar açık olduğunu, içinde hiç davar olmadığını gördü. İşte o zaman yüzü sapsarı kesildi. Ağzı kurudu.Nefesi zor alır gibi oldu. Tüm hayalleri bitmiş, şimdi batmıştı. Otaya çökü. Kendisini şöyle bir toparladı. Sık sık nefes aldı. Aklı başına geldi. “ Kapı açılmış,davar boşanmış, yayılmaya gitmiştir.” Diye düşündü. Hemen yerinden kalkarak yukarı doğru koştu. Dik yokuş olduğu için nefesi kesildi,
yavaşladı. Karadağ’a aşağıdan yukarıya baktı ve dinledi. Biraz yukarı çıktığında orada gündüz davarın yattığı yerde üç tanesi duruyordu. Diğerleri yoktu. Söbüceoba tarafını baktı. Orada da yoktu. Çanlarını dinledi. Çan sesi de duyulmuyordu.
Geriye Taşafır’a döndü. “Bizim davarlar çalındı galiba.” Diye düşündü. Bunda da haksız değildi. Kilitli kapıyı ancak hızsızlar açabilirdi. Dükkanın üstüne çıktı. Uyuyan motorcunun uyanmasını, kahveci Musa’nın gelmesini bekledi. Başka yapacak bir şeyde yoktu. En iyi yardımı akrabası olan kahveci yapacağına inanıyordu. O kendisinden daha tecrübeliydi. Bu yoldan geçen herkesi tanıyordu. Onu bekleme başladı.
Biraz sonra kahveci Musa geldi taksiyle. Yanında oğlu da vardı. Kasap Hasan O’nun yanına koştu. Durumu anlattı. Birlikte tekrar ağılı baktılar. Kilit kırılmıştı. Davarların çalındığına üç çebicin kaçmış olduğuna inandılar. Şimdi delil arama zamanıydı.Güneş ışığı çınar ağaçların başını yalamaya başlamıştı. Musa Amca:
-Buna göre davarların çalındığı anlaşılıyor. Gelen hırsız seni takip etti. Sen ve gidince ve ortalık tenha olunca kapıyı kırdı. Davarı çıkardı, götürdü. Sürüyü araba ile de götürebilir, yaya da götürebilir. Bence arabaya yüklemiş götürmüştür. Arabaya yüklerken üçü kaçmıştır. Şimdi kim çaldığını bulmalıyız. Bunun içinde gelen geçeni bir araştıralım.
-Araştıralım Musa Amca.
Uyuyan adama baktılar. Adam ağır ağır uyanmaya durdu. Üzerindeki battaniyeyi üzerinden yan tarafa attı. Oturağına oturdu. Gözlerini ovuşturdu. Sonra battaniyeyi dürdü. Motorunun heybesine bastı. Sonra yüzünü olukta yıkadı. Yüzünün akalan sularını yeleğinin yenine sildi. Motorcuyu uzaktan gözleyen Musa amca:
– Günaydın arkadaş. (Eliyle göstererek) Bizim şurada ağılda bulunan davarları bu gece çalmışlar. Siz geldiğinizde burada adam, araba var mıydı?. Bir gördüğünüz oldu mu?
-Önce geçmiş olsun. Ben sabayakın geldim. Sabah ezanından biraz önce. Geldiğimde şu bucakta yönü yukarı kırmızı bir murat taksi duruyordu. Taksinin yanında da karı koca iki kişi vardı. Onlar kendi aralarında konuşurken duydum. “ Kızıloluğa kadar gidelim.” Diyorlardı. Ben yorgun olduğum için hemen yattım. Başka da kimseyi görmedim.
-Öyleyse biz Kızıloluğa kadar gidelim,dedi Musa amca.
Kasap Hasan ile taksiye bindikleri gibi yolu kazıtarak arabayı sürdüler. Kızıloluk’a bir an önce varmak için araba yeri çok az gördü. Güneş, Giği dağından Ak dağ’a doğru ışıklarını uzatırken Kızıloluk’un başına vardılar. Kırmızı murat taksi çardağın kenarına part etmiş, içinde iki kişi uyuyorlardı. Erken ön tarafta, kadın arka taraftaydı. Erken ceketini boynundan aşağıya örtmüş, kafasını arka koltuğa dayamış,öylece uyuyakalmıştı. Kadın ise üstüne bir battaniye örtmüş, yalnız başındaki yazma görünüyordu. Musa:
-Biraz uyusunlar. Biz kalkasıya bekleyelim. Adamı da ürkütmeyelim. Doğru bilgi vermesi için öfkelendirmemiz lâzım.
-Öyle olsun amca.,dedi Kasap Hasan.
Kızıloluk’un suyunun sesi hayli fazla çıkıyordu. Akdağ’dan Oğuz koyağına doğru soğuk rüzgar esiyor, adamı üşütüyordu. Bu esen rüzgar sütlükleri yalayarak aşağı doğru yatırıp salmasından dolayı yamaçlarda bir hareketlilik hakimiyeti vardı. Önce Kasap Hasan kuruyan ağzını ıslatmak için çeşmeye vardı. İki avucunu birleştirdi. İçine su doldurdu. Dolu avuçlarını ağzına götürerek suyu içti. Bunu üç kere tekrarladı. Sonra avucunda kalan suyu yüzüne çarptı. Soğuk su iyi geldi doğrusu. Sonra avuçlarına doldurduğu suyu yüzüne çarpa çarpa yıkadı. Elini pantolonuna sildi. Yüzü üşüyerek kurudu. Sonra Musa amca da elini yüzünü yıkadı. Soğuk su ona da iyi geldi. Yüzü üşüdü. Sonra üşüdüler. Kendi arabalarına binerek beklemeye başladılar. İki saat kadar sonra aşağıdan yukarıya araba akını başladı. Duran arabalardan inenler elini yüzünü yıkıyor, su içiyorlardı.Birbirlerine şakalaşıyorlarken çıkardıkları ses ve çığlıklar yankılanıyordu. İşte bu gürültüye adamlar uyandılar.
Kırmızı Murat taksinin içindeki uyuyan kadın, sonra erkek uyandı. Üst başlarını düzelttiler. Arabadan çıktılar. Bunları gözetleyen Musa ile Hasan onların burunlarının dibinde bittiler. Musa Bey:
-İyi sabahlar arkadaş.
-İyi sabahlar dedi biraz şaşırarak.
– Bir Taşafır’dan geliyoruz. Bu gece orada bulunan ağılımızdan bir sürü davarımızı çalmışlar. Akşam sende oradaymışsınız. Siz orada başka bir adam, araba gördünüz mü? sormaya geldik.
Adam şarkın şaşkın karşısındakilere baktı. Kadın da konuşulanlara kulak kabarttı. Sonra adam toparlanarak :
– Geçmiş olsun arkadaş.Biz Taşafır’a dün ikindileyin geldik. Geldiğimde çeşmenin Gündoğmuş tarafında bir 50NC araba vardı. Başında da iki adam vardı. Adamlar da bildiğim insanlar değildi. Ben biraz durdum. Çardakta bir şeyler yedik. Oradan Zumbula köyünde bir arkadaşım vardı. Oraya gittim. Geç vakte kadar onunla oturduk. Orada yatmadık. Arkadaş çok ısrar etti. Biz Kızıloluk’ta atacağımızı söyledik. Tavuk öterken yola düştük. Taşafır’a yine geldiğimde araba yoktu. Ben elimi yüzümü yıkadım. Tam hareket edeceğimde bir motosiklet geldi. Ben de bu tarafa yürüdüm. Benim gördüğüm bildiğim bu kadar.
-Plakasını hatırlıyor musun?
-Plakasını da hatırlamıyorum. Plakasına bakmadım ki.
-Peki rengi nasıldı?
-Şoför mahalli mavi, kasası beyazdı galiba. Eşine seslendi. Hanım öyle değimliydi?
-Ben de senin kadar hatırlıyorum. Vay gözünüz kör olsun. Elin davarını ne diye çalıyorsunuz bilmem ki.
-Biraz kafanızı zorlayın bakalım. Plakasını hatırlarsınız belki.
-Şöyle bir düşüneyim bakayım. Elini sağ yüzüne koydu. Bir dakika kadar düşündü. Sonra gözü parladı. Durun bakayım. Avrat sen benim bir fotoğrafımı çekmiştin. Bir de sen beni çekmiştin. Fotoğraflarda arabanın plakası çıkmış olmasın?
-Hakikaten iki fotoğraf çekmiştik. Hem araba tarafındaydın. Çıkmış olabilir. Çıktıysa hırsız bulunur. Çıkmamışsa biraz zor.
Musa amca:
– O fotoğraf filmini bize ver. Parasını ödeyelim. Ben Taşafır’daki dükkanların sahibiyim.Fotoğrafını Manavgat’ta tab ettiririz. Ben senin fotoğrafını geri dönerken veririm. Kimseciklere vermem. Bana güven. Fotoğrafta plaka varsa bakar, oradan hırsızı buluruz. Bize çok büyük bir iyilik edersiniz.
Bu arada erkek bayana baktı. Bayan:
-Biz size fotoğraf makinesini verelim. Zaten içinde iki poz çektik. Onun ikisi de Taşafır’da çekildi. Yaylalarda çekim yaparız diye düşünmüştük. Yayladan on gün sonra döneceğiz. Dönerken makine ve fotoğrafları dükkandan alırız.
-Tamam, dedi beyi de.
Gitti, arabadan fotoğraf makinesini alıp geldi. Mahmut Bey’e verdi. Onlarda teşekkür ederek oradan ayrıldılar. O hızla soluğu Manavgat’ta aldılar. Hemen bir fotoğrafçıya filmi tab ettirdiler. Fotoğrafta arkada duran bir 50 NC kamyonet duruyor. Kamyonetin önü mavi, kasası beyaz. Şoför mahallinin üstündeki bagajında bir tüp,başı görünmekte, yanına da bir yeşil boranda bezi bağlanmış duruyor.Plakasının ise yalnız başında 20 rakamı görünmekte, diğer kısımları ise fotoğrafı çekilen adamın arkasında kaldığı için görünmemektedir. Diğer fotoğrafta da arabanın aynı belirtileri görünmekte, biraz ötede ise çınar ağaçları bulunmakta, viraj ile son bulmaktadır; ancak fotoğrafın Taşafır’da çekildiği iyice anlaşılmaktaydı. Şimdi bu başında 20 yazan plakanın kime ait olduğunu nasıl bulacaklardı. İşte iş burada çözümleniyordu.
Kasap Hasan ile Musa amca düşünmeye başladılar. Bazı güvendikleri adamlara bunu nasıl tespit edeceklerini danıştılar. Çoğunluğu “ çaldıkları bu davarları adam satacak mutlaka. Nerede satar? Bir hayvan pazarında satar. Antalya’nın hayvan pazarı genel olarak neresidir? Serik pazarıdır. Öyleyse siz bunu Serik pazarında yakalayabilirsiniz.” Diye akıl verdiler. Onlarda Cuma günü Serik Pazarı’nı tuttular. Oradaki celepçilere bu fotoğrafı gösterince bir kaçı bir araya toplanarak yorum yaptı. İçlerinden kara bıyıklı babayiğit birisi:
-Bu bizim buralarda hırsızlık yapan Denizli’ li Kabak Sadi. Araba da onun arabası. Şimdi görseniz şu üstündeki tüp, çadır bile dururdur. Bu adam aralarda davar alır satar. Çalar çırpar. Adamın adı çıkmış. Demek ki aslı var. Siz şimdi gidin bu adamı, çayın karşı yakasında deniz kıyısında evi var. Araba beklide oradadır. Karakola haber verin. Yakaladın namussuzu. Hırsızlık yapmayı görsün.
-Tamam, dedikten sonra Kasap Hasan ile Musa amca arabaya binip toz oldular oradan.
Tarif edilen yere doğru giderken fotoğraftaki araba önlerinden geldi. Yoldan onlarda döndü. Fakat arabayı Taşağıl yoluna gelmeden kayıp ettiler. Öte aradılar, beri aradılar bulamadılar. Akşama doğru araba köyün çıkışında iki ev arasına ağaçların altına saklanmış olarak yerini tespit ettiler. Plakayı tam olarak aldılar. Adamın adını öğrendiler. Taş ağıl Karakol’una giderek şikayette bulundular. Karakol komutanın ağır davrandığı dikkatlerinden kaçmadı; fakat yapılacak bir şeyde yoktu. Kendilerine verilen iki jandarma ile arabayı gördükleri yere vardıklarında arabanın yerinde yeller esiyordu. Jandarmalar geri döndüler. Onlar ise aramaya devam ettiler. Bu sefer arabayı komşu köyün sınırları içinde bir portakal bahçesinde buldular. Birisi orada beklerken diğeri Karakola haber verdi. Arabayı yakalattılar. Jandarma göndererek Kabak Sadi’yi de getirttiler. Araba fotoğraftaki arabaydı. Komutan araba ile fotoğrafı karşılaştırdı. Tıpatıp aynısıydı. Üstünde tüp, çadır aynen duruyordu.
Kabak Sadi’yi nezarete aldılar. Önce kasap Hasan’ın ifadesini aldı komutan sonra sıra sanığı içeri aldılar. Karşılıklı davranışlarından Sadi’nin karakola hiç yabancı olmadığı anlaşılıyordu. Komutan kimlik tespitini yaptıktan sonra:
-Bu adamlar, senin Gündoğmuş ilçesinin Taşafır denen mevkideki ağıllarından davar çaldığını, araban ile getirdiğini iddia ediyorlar. Sen ne diyorsun?
-Ben ne bu adamları tanırım. Ne de davarlarını çaldım. Denilen yeri de tanımam. Ben buraya hiç gitmedim.
-Pekiyi bu fotoğraftaki resimler neci? Burada senin arabanın resmi görünüyor.
-Memlekette 50 NC araba yalnız bende mi var? Herkeste vardır. 20 plakalı araba Denizli’de kıyamet gibi. Üstündeki tüp ve branda benimki değil. Ona yalnız benziyor. Benim malım. Köyün az berisindeki ağılda bulunuyor. Gidelim bakalım. Gözleri iel görsünler. Bana iftira atıyorlar.
-Şu ifadeni tamamlayalım, gidip ağılını birlikte bakalım,dedi komutan.
İfadeyi tamamladı. İmzasını arttırdı. Sonra emir vererek iki jandarma göreve hazırlandı. Jipte hazırlandı. İki jandarma, Sadi Bey ve şikayetçiler arabaya atladılar. Akşam olmadan köydeki ağıla vardılar. Üstüne naylon çekilmiş, etrafı tahtalarla çevrilmiş ağılın içinde koyun ve keçi sürüsü birlikte yem yiyorlardı. Askerler arabadan inerek komutanın emrini bekliyorlardı hazır ol vaziyetinde.
Komutan, şikayetçileri yanına çağırarak:
-Bakın bakalım. Keçiler sizin kaybettiğiniz keçiler mi?
-Hayır efendim dedi Kasap Hasan. Bizim keçilerin hepsi erkekti. Bunlar dişi erkek karışık. Bizimkiler bunlar değil. Musa amca da tasdik etti.
Komutan arabadaki Kabak Sadi’yi de çağırdı.
-Bu hayvanları sen nerden aldın? Ne kadar zamandır besliyorsun?
-Ben bu hayvanları Amanas Yaylası’ndan aldım. İki aydır da besliyorum. Çobanı başında duruyor.
-Peki öyleyse. Binin arabaya gidelim.
Hepsi arabaya bindi. Karakola geldiler. Kabak Sadi yine nezarethaneye yollandı. Diğerleri dışarıda oturuyorlardı.
Çoktan akşam olmuş, hava iyice kararmıştı. Tam bu sırada karakola bir genç geldi. Nöbetçi asker gence sordu:
-Ne istiyorsun ?
– Sadi ağamı sormaya geldim. Burada olduğunu duydum.
-Sen onun nesi oluyorsun?
-Çobanı oluyorum.
-Biz az önce onun ağılına vardık. Sen yoktun.
-Ben şu kara tepenin arkasında davar güdüyorum. Gece de ovaya inmeden az yukarıda yeni yaptığımız yatak yerinde yatırıyorum.
-Sadi’nin demek ki iki sürüsü var.
-Elbette. Bu sürüyü yeni getirdi. Orada olanları alır satar, durdurmaz. Köydekileri ise devamlı besler,satar.
-Bunu komutana da anlat içerde.
-Niye anlatmayayım.
Nöbetçi jandarma genci alarak komutanın yanına götürdü. Bu bildiklerini komutana da anlattı. Bu genç çobanın anlattıklarını da bir ifadeye bağladı. Sonra dışarı çıkarak aynı jipe jandarmaları, şikayetçileri ve çobanı alarak davarları görmeye gittiler. Bir yerde araba yolu bittiği için arabadan indiler. Biraz yürüyerek ağıla vardılar. Ağıl yeni yapılmış, ormanın içinde kuytu ve gizli bir yerdeydi. Etrafı ormandan kesilen ağaç dalları ile örülmüş, üstüne naylon çekilmişti. Yavaşça yaklaştılar. Davarlara elindeki elektriği komutan çakınca davar hafif örktü.
-Bakın arkadaşlar bakalım? Bu hayvanlar mı sizin kiler?
Çoban hasan bir göz gezdirdi hayvanlar üzerinde, çığlık atar gibi:
-Evet komutanım. Bunlar bizim kaybettiğimiz davarlar. Zaten görünce kendi mali insanın yüzüne gülüveriyor. Sen de bak Musa amca hele. Hepsi bizimkiler.
-Evet, ta kendileri. Şu çomu, şu körük teke, o ger çebiç, mor seyis hatırladıklarım.
Komutan çobana dönerek:
-Davarları ağıldan çıkar. Arabanın yanına getir. Biz az sonra kamyonetle gelir götürürüz. Sana Musa Bey’de yardım etsin.
-Bundan Sadi ağamın haberi var mı Komutanım?
-Elbette var. Komutan ne derse o olur oğlum.
Oradan diğerleri ayrıldı. Çoban ile Musa Bey davarları ağıldan çıkardılar. Önde çoban ıslıkladı. Arkada Musa bey davarları sürerek yola indiler. Ne çoban, nede Musa Bey konuştu. Biraz sonra Kabak Sadi’nin kamyonu geldi. Davarları arabaya yükledikleri gibi Karakolun önüne çektiler. Komutan odasına Sadi’yi çağırdı.
-Sadi Bey, davarları bulduk. Çoban her şeyi anlattı. Bulduğumuz davarları senin arabaya yükletip getirdik. Üç tanesini satmışsın. Diğerlerini sahibine teslim ediyorum. Seni de yarın Gündoğmuş Cumhuriyet Savcılığına gönderiyorum. Hesabını orada verirsin. Sen bizi de kandırıyormuşsun. Foyan ortaya çıktı.
Sadi bey boynunu büktü. Terin biri gelip, biri gidiyordu. Söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. Teslim olmaktan başka. Yüzü kıpkırmızı oldu. Koca dudaklarını saldı. Biraz da beli bükülmüştü. Tekrar nezarethaneye gönderirken dizi bükülecekmiş gibi oldu, sekselendi. Yinede kendini yere düşmekten kurtardı. İçeri girdiğinde kendini tahta sandalyenin üzerine fırlattı. Bir çuval gibi yığıldı kaldı.
Yapılan yargılama sonucunda beş yıl yedi. Hırsızlığın bedelini bedeni, ruhu ile o öderken çoruna çocuğuna da çektirdi. Onlar bu bedeli hiç suçları olmadan çektiler. Demek ki kusursuz hırsızlık olmazmış. Her hırsız geride bir iz bırakıyormuş. Yarım plaka fotoğrafı gibi.






